“Ne alırdınız?”
“Onu. Çünkü özledim. Öyle bir
gelsin ki bana herkes şaşırsın; işte büyük aşk bu desin. Verdiğimiz sözleri
tutalım. Hiçbir kadın da bulamadığım kokusuna hapsetsin tekrar beni. En güzel
yerinden tekrar öpebileyim. Bu kez, uzun kirpiklerinden yere damlayan gözyaşları,
mutluluk için aksın. Çektiğim otun son nefesinde onu bırakmaktan yoruldum. O, öyle
bir acı ki beynimdeki esrar bile söküp atamıyor. Hayat benden ne çaldıysa iki
katını çaldım. Ama nafile onun değerinde hiçbir şey bulamadım, çalamadım. Benim
için onu çalmanı, bana geri getirmeni istiyorum. Beynim –yalnızlığım- ne kadar
da istemesede onu, kalbim yokluğuna ne kadar alışsa da, tenim dayanamıyor bu
hasrete. Her gece Ay’ın yanındaki en parlak yıldıza bakıp ondan haber almak
istemiyorum. Uyandığımda yanımda olmasını, peynirli yumurta pişirmek, şarap
içmek, kek yapmak, ona sarılmak istiyorum...” Diyordum içimden.
“Kahve istiyorum, içinde biraz
sessizlik, biraz yalnızlık ve biraz da deniz istiyorum.”
Garsonun bakışlarından deli
olduğumu düşündüğüne emindim.
“Peki, hemen getiriyorum.” Dediği
sıradaki bakışları; Doktorlar bunun gibi akıl hastalarını lanet olası
tımarhaneden neden çıkartırlar ki? Derecesindeydi.
Ani bir hamleyle masadan
kalktım koşmaya başladım. Filmlerdeki gibi saatlerce koşmak istiyordum. Koşmam
sadece üç veya dört dakika sürdü;
“Dur! Çapulcu yoksa ateş ederim!”
“Durmam! Ateş et hadi…” derken
ayağımı burkup yüzükoyun yere yapıştım. Ellerimi rahat bir şekilde
kelepçelediler...
Doğu Fidan
istanbul
2013